Oy Sisdağı Sisdağı…

  • 17.05.2020 19:30
  • Okunma: 2305 kez

Bir önceki yazımda “yaylalara gidiyorum” başlığı altında yayla nüktelerine değinmeye çalışmıştım ve okuyucularıma daha fazlasını döndüğümde yazacağıma söz vermiştim.
Üç günlük memleket ziyaretime çok şeyler sığdırmaya çalıştım. Demiştim ya bir daha ya kısmet.
Cumartesi günü sabahı Sabiha Gökçen Havaalanı’nda girdik memleket havasına. Çünkü Karadeniz İnsanı’nın şehirdekinden farklıdır Karadeniz deki tutum, davranış, yeme-içme adetleri. Bir anda kendini Karadeniz’in yapısına uydurur. Karadeniz sakindir, ağırbaşlıdır, Akdeniz kadar sıcak, Sibirya kadar soğuktur. İnsanı her an canlı, dikkatli ve dinamik tutar. Güneşlenirken fırtınaya tutulursunuz Karadeniz’de. Yaylalarda çiçek toplarken bir anda yanınızdaki arkadaşınızı kaybedersini sisler arasında. Bulutların çekilmesiyle bir bakarsınız ki yemyeşil yayla obaları bir anda beyaz bir örtüye bürünmüş. Tekrar güneş açar, gök mavi yer yine yeşildir, Dağ çilekleri’ni ve yeni açmış yayla güllerini fark edersiniz ardından.
Açık bir havada geçen yolculuğumuzdan sonra Trabzon Hava Limanı’na iniş yaptık. Havaalanında bizi bir gün önceden karayolu ile buraya gelen arkadaşlar karşıladı. Buradan direk Eynesil’in Kemerli Köyü’ne çıktık. Kemerli Köyü Karadeniz’in tüm köyleri ile aynı özelliklerde olan bir köy. Sahile uzaklığı yaklaşık yedi km. Köyde Köy halkı tarafından yenilenen camii’nin temel atma törenine katıldık. Birçok Kemerli Köyü sakini ve İstanbul Beykoz’da Kurulu bulunan Kemerli Köyü Yardımlaşma Derneği Başkanı ve yönetim Kurulu törende hazır durumdaydılar. Camii daha çok bu köyde doğup ancak köylerinden ayrılanların destekleriyle yapıldığı anlaşılıyordu. Bu da insanların doğduğu yere bağlılığını ve vefalık örneğinin çok güzel bir örneği idi. Tören esnasında birkaç söz söylemem için söz verdiklerinde, söylediğim “… Belki birçoğunuzun çocukluğunuzda ilk namazınızı kıldığınız köyünüz camisini yeniden inşa etmek kadar vefalı bir şey olmaz”. Sözlerimle ifade etmeye çalıştım. Çünkü her Anadolu insanı doğduğu yerlerden kalkıp gurbet denilen yerleri mesken, hatta buralarda kök salmaya başlamasıyla birlikte, doğduğu yerleri unutmayışları bizlerin değerlerimize ne kadar bağlı olduğumuzun en iyi örnekleridir. Törenin ardından dualar eşliğinde tertip komitesi tarafından geleneksel mutfağımızın ürünü olan karalâhana sarması, baklava, ayran ve etli pilav ikram edildi. Eş-dost ve ahbaplarla ayaküstü hasbi halden sonra bir grup heyet buradan sis dağı yaylasının obalarından olan armut alanı obasına hareket ettiler. Ben ise birkaç arkadaşla birlikte Rahmetli babamın köyümüzdeki kabrini ziyaret etmek için Görele’nin Ataköy Köyüne gitmek üzere ayrıldım. Babamın kabri; yıllar önce çimenleri’nde ki rengarenk çiçekler arasında tek kişilik maç yaptığım, çelik çomak oynadığım, İlker Yasin olup maç anlattığım, topraktan otoyollar köprüler yaptığım, taşlardan araç filoları kurduğum, başbakan olup köyümüze yol, su, elektrik getirdiğim, çocukluğumun geçtiği yerdi. Babamın kabrini her ziyaret edişimde çocukluğumu bir başka hatırlarım burada. Araba yolu olmayan, elektriği olmayan, Suyu olmayan bir köyün, çocuğu olarak yaşadığım bu yerler bana her gelişimde geçmişi bir film gibi gözlerimin önüne getirir. Geçen yıllardaki filmimi izledikten sonra, İstanbul’dan getirdiğimiz fidanları dikmeye başladık. Burada ki işlerimizin bitmesi ve dualarımızı yaptıktan sonra, tekrar Sis dağı’nın Armut Alanı’na gitmek için yola koyulduk.
Armut Alanı’na giden heyettekilerin bir kısmı ile ertesi gün Dizgine de buluştuk. Dizgine ye çıktığımızda yarın (27 Mayıs 2007) yapılacak olan şenlik hazırlıklarının son çalışmaları yapılıyordu. Her taraf sarı ve mor avu (yaban gülleri) çiçekleri ile kaplıydı. Dizgine konum olarak Sis dağı ile Karadeniz’in orta yerine denk gelen bir yerde bulunuyor. Rakım olarak yaklaşık bin metre. Bir tarafta masmavi Karadeniz, diğer tarafta karla kaplı sis dağı duruyordu. Gece yarısına kadar Dizgine’de kaldık. Giresunspor’un Bursa da ki final maçında Adana Demirspor’u 5-1’lik skorla yenerek B grubundan Lig A’ya yükselme maçını burada radyodan dinledik. Dizgine de etrafı et-mangal kokuları sarmıştı. İnsanların kafaları çakır-keyif olmuş söyledikleri uzun havalar, acıklı türküler, kemençe sesinin, bağlama sesine karıştığı her bir köşeden ayrı havaların yükseldiği Dizgine misafirlerini gece yarısından sonra uğurlamaya başladı yarın sabah görüşmek üzere dercesine.
Ertesi gün erkenden Dizgine’ye çıktık. Şenlik alanı insanlar, çadırlar, arabalar, seyyar satıcılarla doluydu. Eynesil Kaymakamlığı, Eynesil ve Ören Belediye Başkanlıkları’nın ortak organizasyonu olarak yapılan Dizgine Şenlikleri Karadeniz’in ilk yapılan “yayla şenliği” özelliği de taşımaktadır. Günümüzde yapılan yayla Şenlikleri eski yıllarda yapılan otantik özelliği kaybetmiş olduğunu burada da görmek mümkündü. Yöresel kıyafetler yerini daha çok modern kıyafetlere bırakmış durumda. Genç oğlan ve kızların, gürbüz yanaklı yayla çocuklarının kıyafetleri şehirli kıyafeti olmuş. Yine de yüzlerce insan arasında Keşanlı, peştamallı, belindeki kuşağı ile yöresel giysili insanlara da rastlamak mümkün oldu. Karadeniz’in yükseklerinde yaşayan yöre insanının geçmişte önemli geçim kaynaklarının başında gelen Yaylacılık, yerini günümüze bir iki günlük şenliklere bırakmış durumda. İnsanlar geçmişteki bu geleneğini günümüzde bu şenliklerle yaşatmaya çalışıyor. Dizgine yayla Şenliklerinde; yöre halkı ve Eynesil dışından gelen insanlar ve misafirler şenlik alanındaki yerini alıp yöresel folkloru ve yöre sanatçılarının birbirinden güzel eserlerini dinlerken bizler daha önce yapmış olduğumuz planımızı hayata geçirmek için buradan ayrıldık.
Evet, Buyurun bu programdaki yol hikâyemizi okumaya…
İlk Durağımız Acısı…
Görele, Trabzon sahil yolundan Beşikdüzü"ne girme¬den, Ağasar deresinin denize döküldüğü yerden Şalpazarı yönüne dönüyoruz. Yol güzergâhımızın her tarafında Kızılağaçlar ve fındık dalları, yükseklere doğru çıktıkça çam ve diğer ağaç türleri çıkıyor karşımıza. Yolculuğumuz, suyunu başta Sis Dağı olmak üzere yüksek dağlardan alan Ağasar de¬resinin coşkun sesi ile devam ediyor. 17 km.lik asfalt yoldan Şalpazarı'na ulaşıyoruz. Şalpazarı; her tarafı dik dağlarla çevrili, yüksek vadinin dibinde küçük bir ilçe. Bu ilçenin eski dönemlerde pazaryerlerinden birisi olduğu, ismin inde buradan gel¬diği anlatılıyor yöre halkı tarafından. Şalpazarı merkezinde bulunan bir kahvehanede birer çay içip ve bazı ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra yolumuza yeni yapılmış olan asfalt yoldan devam ediyoruz. Kısa bir süre sonra doğal maden suyu çıktığı Acısu’ya ulaşıyoruz. Kaynak suyunun aktığı yerin etrafı piknik alanına dönüştürülmüş. Buraya gelmemizin sebebi malum, ızgara et yemek. Her birimiz birkaç porsiyon yiyip üzerine acısıyu içtikten sonra stabilize toprak yoldan devam ediyoruz yolculuğumuza. Eğer giden olursa et yemekten çekinmesin Sis dağı’na çıkmadan yine acıkıyorsunuz.
Şıh Kıranı’ndayız…
Sütpınarı ve Simenli Köylerinden yukarı tırmanarak Erikbeli ve Sis dağı yaylalarının yol ayrımında bulunan Şıh Kıranın da bir soluk alıyoruz. Yol güzergâhında bulunan doğal ve tabiat güzellikleri anlatılmayacak kadar güzel olduğunu özellikle belirtmek istiyorum. Şıh kıranından bulunan ve yüz elli senelik bir yer olan Mustafa dayının kahvehanesinde yayla suyu ile yapılmış çaylarımızı yudumladıktan sonra, geçtiğimiz yollara nazaran biraz daha bozuk olan toprak yoldan devam ettik tırmanmaya. Mustafa dayı’dan birkaç not almam için bir kâğıt ve kalem rica ettiğimde bana veresiye defterini vermiş olması beraberimizdekilerle ortak düşüncemiz olan “insanların halen tanımadığı, bilmediği insanlara bile ne kadar güven duyduğu” ve bu durumun ne kadar sevindirirci ve memnuniyet verici olduğu idi. Kireçhane yolu’ndan tırmanarak Paldırlı Su mevkiine ulaştık. Sis Dağına varmadan önce son durağımız oluyor çam ormanı ile kaplı Paldırlı Su. Arkamızda enfes doğası ile Geyikli, güneye ve doğuya bak¬tığımızda Zigana, Kadırga yaylaları, etrafı çam kokusu, hayvan ve kuş sesleri, yeşilin bütün tonları öyle bir iştah açıyor ki kısa sürede bile insanı dinlendiriyor. Paldırlı su yaz ve kış o kadar soğuk akıyor ki, yolu buralara düşen on saniyeliğine bile yanındakilerle iddiaya girmeye sakın kalkışmasın. İddiayı kaybedebilir…
Anılarda ki Yayla Yolculukları…
Öyle bir tutku ki asırlardır süren özlemin, yaşam biçiminin, doğa aşkını gü¬nümüze yansıyan bölümüdür. Yayla kültürü, doğa ile iç içe yaşamak binlerce yıllık göçebe geleneğinden kaynaklanmaktadır. Anadolu’ya taşınan bu anlayış yakın zamana kadar farklı uygulamalarla devam etmekteydi. Şükrü Urgancı yaylaya çıktıkları yolu göstererek, kırk sene önce yaylaya yolculuğunu şöyle anlatıyor “Mısır tohumlarını tarlaya ektikten sonra yayla yolculuğu hazırlığına başlardık. Yolda ve yaylada gerekli olacak olan ihtiyaçları at, katır gibi hayvanlara yüklenmesiyle yola çıkardık. Köydeki yolculuk hazırlıkları günler öncesinde başlardı. Yatak ve yorganlar denk edilir, yemek kapları, gaz lambaları vs. sepet ve şeleklere doldurulurdu. Sepet (şelek)ler sırtlarda, süslü boncuklarla, püsküllü bo¬ğazlarına ziller (çan, kelek) bağlanan hayvanlar neşe içerisinde türkülerle devam ederdi yolculuğumuz”.
Eskiden yapılan yayla göçleri bir yaşam biçiminin, tutkunun folklorik izleridir.
Günümüzde ise yöre insanları daha çok; okulların ka¬panması ile sahildeki boğucu nemli havadan kaçmak ve tatil amaçlı çıkıyor yaylalara. Bu da yaylaların hoyratça kullanılmasına, doğanın katledilmesine, düzensiz ve çarpık yapılaşmaya sebep oluyor.
Çok az insan eski yayla geleneklerini ve halen yaylacılığı bir geçim sebebi olarak kullanıyor.
Hatıraların, Öykülerin Obaları…
Bu duygularla yolumuza devam ediyoruz. Çam ormanından çıkıp Ağasar obasına (Han Yanı) girince sözcüklerle anlatılmayacak doğa insanı kucaklıyor adeta. Obanın hemen tepesinde ki, sanki obaya dü¬şecekmiş gibi duran Kalpak Kaya. Buradan iki yol ayrılıyor, biri Şalpazarı tarafında yörenin ortak pazaryerine, diğeri de Sis Dağı’nın en büyük yerleşim yeri Eynesil obasına gidiyor. Biz Eynesil obasına (Çayır Obası) doğru yola devam ediyoruz. İlk görülen manzara büyülüyor, tam karşıda Sis Dağı’nın zir¬vesi bütün ihtişamıyla Kayasis, etrafı avu bitkisi ile kaplı geniş bir alana yayılan yer¬leşim yeri. Obanın ortasında küçük berrak bir dere geçiyor. Çevremiz yeşil ve yer yer beyaz bir örtü ile kaplı. Eynesil Obası’nın zirve noktasında yeni ev yapan sevgili dostumuz Av. Halil İbrahim Türkyılmaz’ın evine çıkıyoruz. Burada biraz yayla pancarı toplayarak, dönüş için Ören yolunu kullanmak için yolumuza devam ediyoruz. Örümcek Obası’ndan doğru Kayasis’i selamlayarak devam ediyoruz yolculuğumuza. Yaylanın meşhurları arasında ki dokuz oluk ve erkek su, karlar altındaki Imık Yurt’u arkamızda bırakarak Kızılot Tepesi’nde çayı demleyip bizleri bekleyen Muhasebeci Hasan Ağabey, ailesi ve Eşimin Ailesi’nin yanına ulaşıyoruz. Kızılot Tepesi Sisdağı’nın en hâkim tepelerinden biri. Trabzon ve Giresun’un sahil şeridini görebilen, birçok yaylayı ve obaları izleme fırsatı veren bir konuma sahip. Çaylarımız içtikten sonra yokuş ve dönemeçli yayla yollarından aşağıya devam ediyoruz yolumuza. Çağmanlı Başını geçtikten sonra, Çifte Oluk suyuna varmadan buluşuyoruz Sisdağı’nın adını aldığı Sis’le. Bir anda yol bitiyor sisin bastırmasıyla birlikte. Bir metre önümüzü bile görmek ne mümkün. Yürüsek belki daha çabuk gideceğiz. Sisle birlikte ısıda düşüyor aniden. Arabanın camlarını kapatıp içeriyi ısıtmak için klimayı açıyoruz. Bu arada aklıma meşhur Hamzalı Fıkrası geliyor. (Hamzalı Dostlarım lütfen alınmasınlar) Bu fıkrayı 9 Kasım 2001’de Hollanda dan Ömer Melikoğlu Görele Gen Tr’nin ziyaretçi defterine yazmıştı.
„Sis bastığı zaman Hamzalılar hep deniz bastı sanarlarmış. Hamzalılar denizin koylerine kadar yukselmesini iyi bir sekilde degerlendirmeye karar vermişler. Deniz bastigi zaman kayiklarla tuza gideceklermiş. Hamzalilar bir kismi kayik yapmiş. Sis bastigi zaman ucurumdan asagi kayikla birlikte atlamişlar. Arkalarindan, kayik yapamayan Hamzali, ucuruma dogru canta atmis: 'ura, bana da tuz getirin' demiş“.
Dil Versinde Konuşsun Molla Halil Suları…
Üşüdük. Her suyun başında olduğu gibi Çifte Oluk suyu’ndan da içtik birer yudum. Yolculuğumuz sisler arasında Boztepe, İnişdibi, Armut Alanı ve Gabalak / Şahmelik Başı yolları güzergâhından devam ediyor. Eynesil, Ören ve bu güzergâhı kullanarak yaylaya çıkan çevre köy insanlarının ilk mola yeri olan İbrahim Can’ın “Dil versinde konuşsun Molla Halil Suları” türküsüne konu olan Molla Halil Suyu’na geliyoruz. Sahile doğru alçaldıkça sis serbest bırakıyor bizi artık. Kısa süre sonra Ören’ iniyoruz. Dükan Yanında ince belli bardakta çayımızı içtikten sonra Görele’ye hareket ediyoruz.
Öykülerin, Efsanelerin Yaylası…
Görele ilçe sınırları içerisinde bulunan Sis Dağı, Doğu Karadeniz sıradağ¬ları’¬nın uzantılarından biridir; yüksekliği 2182 metredir. Sahile 40 km. uzaklıkta olan Sis Dağına 1,5–2 satte ulaşılmaktadır. Sis Dağı üzerinde yirmiyi aşkın oba vardır. Obalar çevrede bulunan köy ve kasabaların adları ile anılır. Obalardan bazıları şunlardır: Eynesil, Şarli, Gülefyurdu, Ağalar Tamı, Ağılık Düzü, Yatak Yeri, Bakır Alanı, Erkek Su, Han Yanı, Ambarlı ve Örümcek Obaları olarak sayabiliriz. Deniz seviyesinden en çabuk ulaşılan ve en yüksek yer olması Sis Dağının öne¬mini artırmaktadır. Sis Dağına ulaşım için daha çok iki güzergah kullanılır. Biri; Beşikdüzü, Şalpazarı ve Geyikli. Diğerei ise Eynesil ve Ören güzergâhıdır. Tavsiyem Beşikdüzü güzergâhını gidiş, Eynesil, Ören güzergâhını ise dönüş için kullanılmasıdır.
Yaşamak gerekir Sis Dağı’nı, hem de doyasıya…
Dostça ve Sevgiyle Kalın…
Ali Bilir
4 Haziran 2007

Anahtar Kelimeler:

Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz
Yazarın Yazıları