HUKUK, KANUN...

  • 24.05.2020 11:14
  • Okunma: 1767 kez

Aydın SORDİ


21 Aralık 2009

Mesela; yürütmenin işlem ve eylemlerinin yasalar çerçevesinde ve yargı denetimine tabi yürütülmesi…
Mesela; yargı erkini yürüten yargıçların, mahkemelerin yasaların çizdiği sınırlar çerçevesinde, “kanuna değil hukuka” ve tamamen hür vicdanlarına karar verebilmeleri, yargıçlık teminatı ve bağımsızlığı…
Bu kavram ve bilgiler, üniversitede meslek gereği bize anlatılan ve öğrenip öğrenmediğimizi teyit için üç kez de imtihan edildiğimiz bilgiler.
Hukuk ya da siyaset eğitimi almayanların dahi bilmeleri gereken, köy kahvesinde pişpirik oynayanlardan, balıkçı barınağında ıslak yağmurluklarının altında çalı ateşinde bir yandan ısınıp bir yandan çay demleyen balıkçılara kadar herkesin bildiği, değerlendirdiği ve gördüğü kavramlar.
Zira bu kavramlar, ortak bir “evrensel aklın” binlerce yıldan bu yana damıtıp ortaya koyduğu, bir kaşık bal misali bilgiler.
Aklı başında ve insan onuruna sahip herkesin, Rabbin varlığını bilmesi gibi, acıkınca yeme, susayınca su içme, uyuma gibi otomatik olarak doğumla birlikte sahip olduğu bilgi ve kavramlar.
***
Bu yazdıklarım, normal algıya sahip, onurlu ve bilgili, duyarlı insanların yaşadığı ve benim de içinde olduğum toplumca da bilinen gerçekler. En azından ben öyle umut ediyorum.
Son günlerde, “yürütme” erkini kullanan “idare”nin, içinden çıktığı siyasi partinin sayısal çoğunluğu nedeniyle “yasama” erkini gasp ettiğini düşünüyorum. Millet Meclisinin bütün faaliyetlerini canlı yayında yayınlayan televizyon kanalında, yasama oturumlarında pembe-turuncu arası bir rengin hâkim olduğu boş koltuklardan ibaret bir meclis, iktidar partisi (yürütme) milletvekillerinin, parti başkanına derin hürmeti nedeniyle vazife yerini terk etmemeleri ve maalesef hemşerim olan bir vekilin (AKP Giresun milletvekili Hacı Hasan Sönmez), kanun görüşmelerinde tasarıya fazla müdahale edilip yasanın çıkma süresi uzamasın diye, kanunların ışık hızıyla meclisten geçmesi için projeler düşünmesi, “yürütmenin yasama yetkisini gasp ettiği” tespitimin maalesef haklı gerekçesidir.
Yasama yetkisi, yürütme organının elinde, elde var bir…
Yargı yetkisi de, yavaş yavaş yürütme organının eline geçiyor. Ele geçmeyen kısım ise öyle bir baskı altında tutuluyor ki, Allah o yargıçlara sabır versin.
***
Bu siyasi gelişmeler olup cadılar kazanlarını kaynatırken, siyasi gelişmelerden başka sürüp giden bir yaşam varmış ve o yaşama dâhil teknik gelişmeler de oluyormuş.
Onbeş, yirmi sene önce cep telefonu denen bir alet bulunmuş. Önceleri hacim olarak pek ceplik değil, sırtta taşımalıkmış ama olsun zaman geçtikçe ufala ufala cebimize kadar girmiş! Bu cep telefonları ile değil işyerindeki kocayı, dünyanın öte tarafındaki dostu, evladı arayıp kablosuz telsiz konuşabiliyormuşsun. Tabi, etrafta kimse olmayıp kuytuda karanlıkta, yorganın altında, tuvalette konuşma imkânına kavuşunca da herkes meramını ayan beyan anlatır olmuş, telefondakine. O, telefondakine anlatıyorum diye zannederken aslında konferans veriyormuş; kendisi bir, ahizenin diğer ucundaki iki, dört tane de kâtip melek, etti altı, kaydeden TİB, artık TİB kaç kişiyse, konferansta kaş kişi var, varın siz düşünün…
Eskilerin bir sözü var, “kadınla erkek bir araya gelirse üçüncü kişi şeytan olur” diye, işte telefonda iki kişi konuşurken de üçüncü kişi Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, kısaca TİB olmuş… Şeytanla ilişkileri var mıdır yok mudur, o kendilerinin bileceği iş, varsa günahları boyunlarına, yoksa da ırak olsunlar ama TİB, yürütme erkinin bir kurumuymuş.
***
İşte “her nerede iki kişi konuşuyor ya da konuşturuluyorsa”, üçüncü bir kişi olmuş, konuşanların omuzlarındaki kâtip meleklerin yanında. Kâtip melekler yazarken, yeni üçüncü kişi Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı zahmete girmeden kaydediyormuş konuşulanları.
Hâşâ, Rabbin hikmetinden sual olmaz, iki kâtip melek yerine bir dinleme cihazı daha ekonomik düşmez miydi, diye düşünüyor insan… Cüzi iradesinin tahriki ve Rabbin bağışlayıcılığına güvenle!
“İki kişi konuşurken üçüncüye laf düşmez” atasözünü bilen kayıt cihazları, hiç lafa karışmazmış ama Allah sizi inandırsın, aradaki gülümsemeleri, öksürmeleri hatta Aziz Türk milletinin bağlaç niyetine kullandığı küfürleri bile kaydedermiş…
Uzun seneler bütçenin üvey evladı adalet bakanlığına bağlı olarak, “vicdanları ile cüzdanları arasında” karar vermeye zorlanan, ömrünün yirmi senesini üç kuruş harçlıkla, aç susuz okul yollarında tüketip, beş-on bin nüfuslu bir kasabaya tayin edilip ciğeri beş para etmez bir “parti temsilcisinin” baskısı, “haritada yer beğen” tehditleri ile “TÜRK MİLLETİ ADINA HÜKÜM VEREN” daha doğrusu vermeye çalışan yargıçlar da teknolojinin nimetlerinden yararlanmak adına, cep telefonları almışlar.
Sonra, ortalık öyle bir karışmış ki, kimin dinleme soketi kimin telefonuna sokulu, kim kimi dinliyor bilinmez olmuş.
Bin sene önce, (bin dokuz yüz doksanlı yıllar) benim öğrenci olduğum vakitler “mahkeme kararı olmadan, sokaktan geçen vatandaşa polis kimlik sorabilir mi, soramaz mı” diye tartışılan ülkemde, işi sadece bilirkişi raporlarını tasdik edip, maaşını almak diye kabul edilen ve ülkenin gidişatı, çocuklarının geleceği hakkında söz ve düşünce hakkı olmadığı düşünülen yargıçlar da, yürütmenin işlerini beğenmeyip hadlerini aşarak memleketin istikbali hakkında laf ediyorlar diye, yürütmenin emriyle dinlenmişler…
Sonra, adli yargının en yüksek mahkemesi Yargıtay başkanı, yüzünün ifadesi ile aslında her şeyi anlatarak, “dinlemeler hukuka uygun olsa bile, insan özgürlüğünü kısıtlayamaz” dedi.
Ancak, Sayın Başkan muhtemelen kendiliğinden gelişen konuşmasında hata yaptı…
Zira;
Üstadımız da bilir ki; hukuk ile kanun aynı değildir…
Burada “doğal hukuk” “pozitif hukuk” nazariyelerini tartışmayacağım ancak özetlemek gerekirse;
Hukuk, dünyanın her yerinde aynıdır. Olması gerekendir, hakkın ve haklının galibiyeti, zulmün ve zalimin reddi, vicdanın sesidir.
Hukukun yazılı olmasına gerek yoktur.
Canın, onurun yüceliğini haykırır.
Dünyanın bütün mallarının, bir ana kuzusunun bir damla kanı kadar değerli olmadığını söyler.
Dünya üzerinde akan her damla gözyaşı için göklerde yağmur olur gözyaşı döker, mazlumların ıssız, soğuk, yalnız ve karanlık geceleri şafağa ulaşsın diye ağır aksak ilerleyen dünyaya isyan eder…
Hukuk ile kanun farklıdır…
Hukuk, dünya ve bizi yaratılmadan evvel vardı.
Kanun, bildiğimiz kadarıyla Hamurabi’den bu yana yazılıyor…
Kanun, her zaman hukukun yazıya dökülmüş hali değildir. Bazen, bir bakanın oğlunun ticareti için yazılır, bazen bir mazlumun katli için, bazen bir zalimin ihyası, aklanması için…
Kanun, kendisini çıkarmak için gerekli güce sahip olanların, gerektiğinde zalim elleri kana, çamura, pisliğe bulaşmasın diye eldiven niyetine kullanabildikleri yazılardır…
Kanun çıkarıp, milyonlarca insanın öldürülmesine karar verilebilir.
Milyarlarca insanın açlığa, susuzluğa, onursuzluğa mahkûm edilmesine sebep olan kanunlar yok mudur?
Kanun ile hukukun farklılığının örneği, faşist yönetimlerdir. Faşist idarelerde, bir meclis vardır, iktidar kanunlar çerçevesinde hareket eder. Her şey kanuna uygun yürür. Ancak, o rejimde her şey hukuka aykırıdır…
Kısaca, hukuk insanlıktır, kanun her zaman insanlığa uygun olmaz.
Ancak ülkemizde son zamanlarda öyle bir bilgi kirliliği var ki, “kanun eşittir hukuk” diretmesi yapılıyor ve kanunda yazılı olan her şeyin hukuka uygun olduğuna inandırılıyor yığınlar.
O yüzden, Yargıtay Başkanı Sayın Gerçeker’in gazetecilerin apansız baskısı ile sarf ettiği “dinlemeler hukuka uygun olsa bile özgürlüğü kısıtlayamaz” mealindeki konuşması, “hukuk tekniğine” aykırıdır.
“Askerler, yargıçlar, bürokratlar, gazeteciler, avukatlar, doktorlar, hulasa aziz ve pek kıymetli vatandaşlar iktidardan memnunlar mı, değiller mi, değillerse bizim hakkımızda hayırlı rüya görüyorlar mı” diye telefon dinlemek, faşizmin ayak seslerine benziyor. Benziyor demişim, yanlış, faşizmin ta kendisi.
Telefon dinlemek için kanun çıkarılıp, dinleme “kanuna uygun” hale getirilse bile, “hukuka uygun” değil…
İnsan özgürlükleri, sadece bir başka “can” için kısıtlanabilir, birileri iktidarda kalsın diye değil…

Selam ve sağlıcakla

Anahtar Kelimeler:

Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz
Yazarın Yazıları