ÇOK YAŞA!

  • 09.06.2020 16:54
  • Okunma: 4901 kez

26 Ekim 2009 


Tarih, canlılar arasındaki tüketim piramidinin en üstündeki insan ırkı ile hayvanlar arasında adı konulmamış bir savaşı kaydediyor. Hatta bu savaş daha kapsamlı, bir cephede insan bencilliği var, diğer cephede de insanın kendisi dâhil bütün dünya.


Yaratılır yaratılmaz savaşa başlamışız, önce ihtiyacımız kadar doğayı sömürmüşüz, incir yaprağı ile malum yerlerin kapatılması yeterliymiş bakir dünyaya ilk geldiğimizde… Sonra yetmemiş, leoparın postu leopardan ziyade bizim üstümüzde güzel durur diye düşünüp, bir gece vakti leoparı öldürüp derisini yüzüp sırtımıza geçirmişiz.


Tarih boyunca, tüketim çılgınlık ve alışkanlığımız ile bunun neticesi olan yok etmelerimize muhtelif isimler, kılıflar, bahaneler uydurduk, sistemler ürettik.


Nebat milletinin hiç değeri olmadı gözümüzde, içindeki yağın ana maddesinin bitki olduğunu belirten “nebati yağ” ile sıklıkla ağaçları yakan ve çöpü de ağaç olan kibritin dışındaki “vasati kırk çöp” yazılarının şiirsel benzerliği dikkatimizi çekti sadece… O yüzden insanla hayvan arasındaki tepişmede ezilen ilkönce nebat milleti, bitkiler oldu.


Önce sivrisinekler vardı, melanet vızıltılarıyla bataklık, kokmuş sularda dolaşır Ali’nin fesini Veli’ye, Veli’nin takkesini Ali’ye veren üçkâğıtçılar misali bedenden bedene kan gezdirip sıtmayı bulaştırırlarmış, insanlar içi donup dışı yanarken göçüp giderlermiş. Sonra, kitaplardan okuduğumuza göre kinin diye bir madde bulunmuş, kemençe duymuş hemşerim gibi titremeye başlayana vermişler kinini, derman olmuş.


Yine kitaplardan okuduğumuza göre, fareler basmış sonra ortalığı. Tarlayı bağı bahçeyi yedikleri yetmezmiş gibi, işi ineğe danaya vardırıp sonunda insanları da ısırmaya başlamışlar, koca dünyada sayısı belirsiz insan vebadan göçmüş, eli öpülesi cennetmekân tabipler onun da çaresini bulmuşlar, neredeyse yok etmişler vebayı.


Kedi, köpek milletinden kuduz bulaştı, gözümüze perde inip görmez olunca “tavukkarası” olduk dedik.


Gözümüz döndü, kardeş kardeşin kanını akıttı, suçlu “vampir yarasa” idi, yolda giderken başımıza ceviz düştü, suç o gece ceviz ağacında tüneyen baykuşun “uğursuzluğu” oldu…


Kirlendik, “ayı gibi” koktuk, inatçılığımızın suçlusu eşek oldu, günahlarımızı keçilere yükledik kesip doğradık, keçiler canını kurtarmak için kaçtı, gören keçileri kaçırmış dedi.


Kısaca, Rabbim bizi tertemiz yarattı yaratmasına da, biz bu dünyaya geldikten sonra hayvan milleti bizi kötülüklere, hastalıklara, fenalıklara gark etti, bizim suçumuz yoktu, bizim tertemiz saflığımızı temsil eden beyazı ise kuğular, kutup ayıları çaldı.


Ama biz de intikamımızı almayı bildik, kuğular artık hayvanat bahçelerinde esir, kutup ayılarının ise kutuplarını yok ettik, hepsi şehrin varoşlarında gecekondu yeri kapmaya çalışan milletimiz gibi, birkaç metrekarelik buz arıyorlar, uçan halı misali üstüne binip kaderlerinin kasvetli ufuklarında kaybolmak için.


Yakın vakitte, etiyle yumurtasıyla bazen gösterişli tüyleriyle sömürdüğümüz kuşlar, aksıra tıksıra hizmet etmeye başladılar bize. Grip olmuşlardı… Biz de, “aksayan atı vurup yolumuza yayan yürürüz, öyle hizmette kusur kabul etmeyiz” dedik, bütün kanatlı mahlûkatı topladık, canlı canlı yaktık, taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadık.


Ama yumurtaya ihtiyacımız vardı, o yüzden sağolsun hükümetteki bakanlarımız bizi düşündü, kıymetli mahdumlarına emir verdi ve derhal şirketler kurulup, hapşırıksız, enfiyesiz yumurtalar üretildi. Biz de kadirşinas milletiz, yumurta ihtiyacımızı karşılayan şirketlerin cirolarını patlattık, yurt genelinde sıralamaya soktuk.


Kuşların gribinden hasta olduk, hastaneleri doldurduk, tedavi olduk…


Kanatlı mahlûkat alay alay telef edilince, bu kez kanatlı haşerat keneler dadandı, haddime mi düşmüş demedi, kanımızı sömürmeye başladı. “Ben emperyalizmin her türlüsüne karşıyım, bir damla kanımı bile vermem” diyene de “tüh senin kanına da kalıbına da, al sana kırım Kongo kanamalı ateşi salyası” diye tükürüverdi bu kene milleti, gün başına bir can alıyor hastalık.


Başımızdaki musallat kuş gribi korkusundan telef edilen kuşlar yüzünden, keneleri yayılıp toplayacak kuş yok diye kene çoğaldı diyemediğimize, “dış güçler bu kene milletini askeri kamplarda eğitip, kimyasal silahları kanatlarının altına doldurup hava indirme uçaklarıyla üstümüze salıyorlar, bunlar eğitimli, gece yarısı çimenlikte içtima edip operasyon planı yapıyorlar” dedik, suç yine bizim değildi…


Kuşlar gripten kurtuldu, sağda solda akşamdan kalma külhanbeyi gibi sallana sallana, balıkhane buzluğunda bir hafta beklemiş mezgit gibi sönmüş, kanlı gözlerle dolaşan tavuklar dolaşmıyor. Öyle bir tavuk dolaşamaz zira ortalıkta tavuğun sağlıklısı bile yok!


Bir yıldır da, evden dışarı yere olsun, domuz hayvanatı merak saldı bizi hasta etmeye! Meksika denen, benim çocukluğumda okuduğum Tommiks, Teks kitaplarından hatırladığım kadarıyla iyi niyetli, güzel insanların yaşadığı Amerika isimli devlete hırsız, soyguncu, katil yollayan ve dört yılda bir dünya kupasında adı duyulan ülkede artık suçlu yetişmediğinden olsa gerek bu kez domuzları başta Amerika olmak üzere dünyanın başına musallat olmaya karar vermiş.


Vasati 150 kilo olan Amerikalıların gıda ihtiyacının karşılanması için kurulan çiftliklerde domuzların bir an önce büyümesi, kesilecek boya gelmesi için hormonlu yemlerin yedirilmesi, domuzların neredeyse birbirlerine yapışık sıkışıklıkta büyümesi yüzünden oluşan ortamda çıkmış, H1N1, elde var sıfır virüsü.


Bre domuz milleti, sıkışığız, yediğimiz hormon diye hasta oluyorsunuz, yok hepinize ultra akıllı binalarda birer rezidans katı, yedi yıldızlı otellerin kral daireleri mi tahsis edilecekti, ne demeye hasta oluyorsunuz!


Nihayetinde, önceden sadece sınırdan Nevada ve Teksas yönlerine gangster ihraç eden Meksika, bütün dünyaya domuz gribini ihraç etmiş oldu.


Şimdi, ülkemizde de bu hastalık görülüyor, maalesef bir de can aldı. Ancak, şark kurnazlığı şasesi üzerine kurulu bulunan zihin yapımızın oynadığı oyuna bakın ki, bu kadar hayati bir meselede de insan ister istemez komplo teorileri uyduruyor.


Hastalığın önlenmesi için hazırlanan aşı hakkında daha detaylı araştırma yapılmadan ve üstüne üstlük Alamanya denen ecnebi memleketinde godamanlara ayrı, sade vatandaşa ayrı aşı yapılacağı söylentileri ayyuka çıkmışken ülkemizin gazino kapatır gibi aşı fabrikasının bütün partilerini kapatıp hop deyip beşyüzbin doz aşı alması, aşılar daha yoldayken memleketin en ücra köşelerinde pıtırak gibi domuz gribi vakalarının ortaya çıkması, millet aşı sağlıklı mı değil mi, mecburi mi diye tereddüt halindeyken zatürreeden ölen bir vatandaşın domuz gribinden öldüğünün açıklanması, sağlık bakanının çıkıp “ölenler olacak” demesiyle bu iş içinden çıkılmaz bir hale gelmiş bulunuyor.


İnsan ister istemez düşünüyor, bu aşıları kim alıyor kim satıyor… Biz bu tartışmaları yaparken, Avrupa Birliği hangi sayfayı açtı, neremiz gidiyor, ya da birileri neremize giriyor?


Bu kez de biz masumuz, bütün suçlu domuzlar…


Korkarım, yakın zamanda memleketimizin bir güzide geleneği daha yok olacak, artık hiç kimse hapşırana “çok yaşa” demeyecek. Zira yakın vakte kadar burun etleri dökülenlere nasıl “cüzamlı” denilip kaçılıyorsa, hapşıranlardan da öyle kaçılacak.


Hep suçlu virüsler, hayvanlar mı acaba? Dünyanın dört bir yanını bombaları ile delik deşik ettiği yetmezmiş gibi şimdi de Ay dediğimiz zavallı gök cismini bombalayanların suçu yok mu? Ya biz; ya bizler ihtiyaçlarımızı karşılamak için dünyayı hunharca sömürüp, atıklarımızla kirletirken hiç mi suçlu değiliz…


Allah ömür verir de yaşlanıp, prostat illetine düçar olursam da suçlusunu söylüyorum; Sakarya, Hendek, Yarıca köyünde bir tilki. Bu yaz ablamı ziyarete gittiğimde, uykum kaçıp dışarıya bakarken meşelikten hopadanak harmana inen tilkiyi seyretmek için defi hacete gitmeyip, birkaç dakika kalmıştım. İlerde prostat olursam, “tilki prostatı” tedavisi istiyorum!


Son söz, üzerinize afiyet bendeniz de bir haftadır felaket hapşırıyorum…


Saygı ile.


Aydın Sordi, Avukat


www.aydinsordi.com

Anahtar Kelimeler:

Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz
Yazarın Yazıları