Seyfullah Çiçek TRT Trabzon Radyosunda Kemençe'nin Ordinaryüsü Picoğlu Osman'ı anlattı

  • Güncelleme: 04.09.2020 14:49
  • Okunma: 3605 kez
  • Yorum: 0
Bugün TRT Trabzon Radyosu'nun "Köşe Bucak Karadeniz" adlı programından arayarak, "Picoğlu Osman" konusunda bilgi ricasında bulundular.
Seyfullah Çiçek TRT Trabzon Radyosunda Kemençe'nin Ordinaryüsü Picoğlu Osman'ı anlattı
Bugün TRT Trabzon Radyosu'nun "Köşe Bucak Karadeniz" adlı programından arayarak, "Picoğlu Osman" konusunda bilgi ricasında bulundular.
Bize ayrılan süre 10 dakika olmasına rağmen, söyleşimiz 20 dakikayı buldu. 
Lakin yine de anlatacaklarımız yarım kaldı.
Bu nedenle, bu program için hazırladığımız metnin tamamını sizlerle paylaşıyorum.
Umarım ilginizi çeker.
 
Asıl adı Osman Gökçe olan Picoğlu Osman, 1901’de Görele’nin Daylı köyünde doğdu. 
Babasının adı Gökçeoğulları’ndan (Göcülar) İsmail Efendi, annesinin ise  Cındıkoğulları’ndan Esma Hanımdır.
Tuzcuoğlu Osman ile başlayıp, Kodalakoğlu Karaman Halil Ağa ile devam eden zincirin en ünlü halkasını teşkil eden Picoğlu Osman, Karadeniz’in gelmiş geçmiş en ünlü kemençe sanatçısıdır. 
Ustası, büyük kemençe üstatlarından (aynı zamanda da Rus İşgali yıllarında Ruslar’a kan kusturan ünlü çete reisi) Kodalakoğlu Karaman Halil’dir.
NİÇİN PİCOĞLU?
“Picoğlu” lakabının nasıl doğduğuna ilişkin dört ayrı görüş (M.Sırrı Öztürk, Şadi Cındık, Emin Önder ve Sadi Yaver Ataman) vardır.  
Merhum M.Sırrı Öztürk, bu lakabın nasıl doğduğu, şöyle anlatır:
Ustası Karaman Halil Ağa “Tuzcuoğlu Horon Havası” hariç, tüm bildiklerini çırağı Osman’a öğretmişti.Bilindiği üzere ustaların çıraklarına pek çok şeyi öğretip,en önem verdikleri bir şeyi kendilerine saklamaları geleneğimiz vardır.Ancak,çok akıllı olduğu kadar, kurnaz da olan Osman,ne yapıp edip bu havayı öğrenmeyi aklına koyar.Arkadaşlarıyla yaptığı bir plan  gereğince,Karaman’ın geçeceği saat hesaplanarak bir köprünün altına saklanır.Osman’ın saklandığı yerin olduğu kısma kadar gelen Karaman’a, Osman’ın arkadaşları, “Ağa” derler:
-Hele şu Duzcuoğlu gaydasını bi çal da dinleyelim!
Koca usta gençlerin hatırını kıracak değil ya,asılır kemençenin yayına,öyle bir resital sunar ki,demeyin gitsin!
Osman’a gelince...
Ustasının ruhu bile duymadan,notası notasına çoktan gaydayı kapmış,kafasının bir köşesine yerleştirmiştir bile.
Bir gün Şalaklı’da bir düğünde  ustasının yanında bu gaydayı çalınca,kızılca kıyamet kopar.Kan beynine sıçrayan Halil Ağa belindeki tabancayı çektiği gibi,
-Ula ben saa her gaydıyı öğretmedim mi?Bunu da mı çalacaktın,piç oğlu piç! Diye küfürü basar.
Tabancanın tutukluk yapmasıyla birlikte Osman postu kurtarır kurtarmasına da, “Picoğlu” lakabı da bu olaydan sonra bir yafta gibi boynuna asılır.Olayın etkisiyle orada hemen şu dörtlüğü söylediği rivayet edilir:
“Kemençemin beline
Sene yazarım sene.
Şalaklı’nın içinde,
Picoğlu garip gene”
Bu görüşe şiddetle karşı çıkan Almanya’dan emekli mühendis, şair, halk bilimci  Şadi Cındık, bir büyüğünden  (1914 doğumlu Mehmet Kübüç, Göcu (Gökçeoğlu) Nuh’dan nakil) aldığı bilgiye göre, Osman’ın babaannesi, dedesi  Çakır Ali’den evlenmeden erken hamile kalır. Durum aile büyükleri tarafından duyulunca acele ile evlendirilirler. Beş ay sonra nur topu gibi bir oğlan olur. İsmini İsmail koyarlar. Gün geçer,ay geçer İsmail gelişir gürbüz bir tosun olur.Yolda izde onu gören gelinler,anaç kadınlar okşar sever başını kaşırlar: 
‘Hadi yedi aylığını görmüştük amma beş aylığını da ne görmüş ne de duymuştuk.Sen nereden çıktın seni gidi PİÇ seni’ derler…Böylece İsmail’in, lakabı piç, Osman’ın lakabı da babasına istinaden “PİÇ OĞLU” olur.
Ünlü halk bilimci ve derlemeci Sadi Yaver Ataman ise olaya tamamen farklı bir bakış açısıyla yaklaşarak,  Altaylı Türkler’in  oyun havalarına ‘Bi’,oyunculara da ‘Bico’ dedikleri tezini savunarak,  “Bicoğlu, Bicioğlu” gibi zorlama sıfatlar kullanmıştır.
Halk bilimci Hayrettin Günay, bir makalesinde bu görüşü belgeleyerek çürütmüştür.
Sonuçta bu lakabın, “yaramaz, haylaz çocuk” anlamında verildiği açık bir gerçektir. “Yiğit lakabı ile anılır” özdeyişindeki gibi, merhum da lakabını benimsemiş olacak ki, taş plaklarına lakabını da yazdırmış, her parçasını takdim ederken de gururla söylemiştir. 
Ünlü halk bilimci ve derlemeci Sadi Yaver Ataman, bu sözcüğün izahının güç olacağı  endişesiyle, zorlama bir yaklaşımla “Bicoğlu veya Bicioğlu” lakabını uygun gördüğü kanaatindeyiz.
PİCOĞLU ATATÜRK’ÜN HUZURUNDA
Picoğlu Osman, Trabzon’da askerliğini yaparken, 1924 yılında yurt gezisine çıkan ve Trabzon’a da uğrayan Atatürk’ün huzurunda kemençe çalmış, övgü almıştır. 
Burada üç yıl askerlik yapan Picoğlu için Prof.Dr.Muharrem Ulusoy, şunları söylüyor:
“Yıl 1924. Atatürk’ün Trabzon’u ilk ziyaretleri… Belediye Başkanı Ahmet Faik Barutçu, Atatürk’ün Türk Sanat Müziği’ne olan aşırı sevgisini bildiğinden, amatör de olsa küçük bir grubu karşısına çıkarır. Fakat Atatürk bu grubun icrasını pek beğenmez. Başkana dönerek, ‘Trabzon’da başka sanatçıların olup, olmadığını’ sorar. A. Faik Barutçu bunun üzerine hemen kışlasından Bicoğlu Osman’ı istetir. Atatürk Bicoğlu’nun yöreye has icrasını alkışlayarak dinler. Akabinde yine başkana dönerek şaka ile karışık tembihler: ‘Bu delikanlıyı iyi saklayın, büyük bir sanat dehası…”
MUZAFFER SARISÖZEN: “İŞTE KEMENÇE SANATÇISI BU!”
“Ankara Radyosu Yurttan Sesler Korosu”nun kurucusu ve ilk başkanı olan ünlü halkbilimci ve derlemeci Muzaffer Sarısözen, 1937 yılında Karadeniz türkülerini derlemek üzere yola çıkar ve Görele’ye de uğrar. Sarısözen, çağrılan 20 kadar kemençeciyi dinler, ancak tatmin olmaz. Son olarak Picoğlu aranır, bulunur, huzuruna çıkarılır. Picoğlu’nu pür dikkat dinleyen Sarısözen, nihayet aradığını bulmuştur. “İşte kemençe sanatçısı bu…” diyerek takdirlerini ifade eden Sarısözen, “Siz Göreleliler ve sizin şahsınızda bütün Karadenizliler! Sizler, aranızda bir hazine ile yaşıyorsunuz! Fakat çok garip bir gerçek ki, bu hazineden bihabersiniz (habersizsiniz). Ben Anadolu’nun pek çok yerini gezdim… Ama böylesine sanat icra eden bir halk ozanına ilk kez rastlıyorum. Sizler her halde ya kültür denilen medeniyet nimetinden uzaktasınız, ya da kültür meselesine pek aldırmıyorsunuz. Her nasılsa, ben bu hazineyi bırakmayacağım.” der ve Picoğlu’nu Ankara Radyosu’na davet eder.
Picoğlu Osman, Ankara Radyosu’nda üç ay programlara katılır, plaklar doldurur. Daha sonra ailesinin özlemine dayanamayarak Görele’ye döner.
SEKİZ ADET TAŞ PLAK DOLDURDU
Günümüze, Colombia Şirketine yaptığı 78’lik diye tabir edilen 4 adet taş plağı ulaşmıştır. Bu plaklarda arkalı önlü 7 türküsü ve 1 enstrümantal oyun havası (Sıksara horan) kalmıştır. 
Bunlar: “Eşref (Giresun Üstünde vapur bağrıyor)” , “Altını bozdurayım (Giresun Karşılaması)”, “Romiko Horon”, “Ören Havası (Derenin kıyısında yılanın kemikleri)”, “Anam vay olsun beni (Fadime)”, “Trabzon İskele Kahya Havası”, “Tamzara”, “Sıksara Horan” (enstrümantal).
Picoğlu Osman’ın Romiko Horon adlı eseri son zamanlarda “Leosa” adıyla yeniden popüler olmuştur. Bu türkünün, plağının dışında künyesi şöyledir: “Gireson Milli şarkısı ROMİKO  RT 17550” 
Ayrıca, Odeon firmasına da dört adet plak yaptı ise de, bunlar bugün piyasada mevcut değildir.
Kemençe Sanatçısı ve Halk Bilimci Mehmet Gündoğdu’ya göre, bu plaklarda yer alan parçalar da şunlardır:
“Tepeler (Batum Laz Havası)”, “Hemşin Tulum-Zurna”, “Korsobon Rum Havası”, “Kilise Kapusu Laz Havası”, “Maçka Laz Havası”, “Büyükliman Havası”, “Tonya Laz Havası”, “Akçaabat Laz Havası”. (Mihr-i Kemençevi Piçoğlu Osman Efendi, Mehmet Gündoğdu, Arı Sanat Yayınevi,İstanbul, 2014)
Yaptığım girişimler sonucu, Colombia Şirketine yaptığı 8 ve Odeon Firmasına yaptığı 2 parça olmak üzere toplam 10 parça ODEON firması tarafından taş plaklardan CD’ye kaydedilerek, 2009’da piyasaya çıkarılmıştır.
KEMENÇENİN GÖRELE DIŞINDA YAYILMASINDA BÜYÜK ROLÜ OLMUŞTUR
Kemençenin Karadeniz’in doğusuna (Trabzon, Rize…), batısına (Giresun, Ordu, Samsun…) ve güneyine (Şebinkarahisar, Alucra, Gümüşhane, Kürtün…) yayılmasında; gerek katıldığı düğünler ve şenlikler vesilesiyle ve gerekse etkilediği genç kuşaklar vasıtasıyla Picoğlu Osman’ın büyük rolü olmuştur.
Nitekim bugün ünlü kemençecilerin çoğu, taş plaklarını dinleyerek Picoğlu Osman’dan etkilendiklerini itiraf ederler.
Günümüzde Samsun’da Görele Çürükeynesil kökenli kemençecilere ve kemençe ustalarına rastlamamız mümkün.
TRT REPERTUARINDA KAYITLI OLAN TÜRKÜLERİ
TRT Repertuarında kayıtlı (dördü Giresun, biri de Trabzon) 5 türküsü vardır.
Bunlar; “Altını bozdurayım (Giresun Karşılaması)”, “Giresun üstünde vapur bağırıyor (Eşref)”, “Anam Vay olsun beni” (Trabzon), “Tamzara”, “Geminin içineyum” (plağı yok).
Picoğlu Osman’ın Romiko Horon adlı eseri son zamanlarda “Leosa” adıyla yeniden popüler olmuştur. Bu türkünün, plağının dışında künyesi şöyledir: “Gireson Milli şarkısı ROMİKO  RT 17550” 
HAYATI İLK DEFA TARAFIMIZDAN KİTAP HALİNE GETİRİLDİ
Hayatı, tarafımızdan “Kemençenin Ordinaryüsü PİCOĞLU OSMAN” adıyla kitap haline getirildi. Kültür Bakanlığı tarafından satın alınarak 81 ilin kütüphanesine gönderilen kitabın 2008 yılında ikinci baskısını yaptık. 
Ustası Karaman’dan yadigar kalan ve kendisiyle özdeşleşen Picoğlu lakabından sonraki ikinci unvanı olan  “Kemençenin Ordinaryüsü” tabirini de, 1991 yılında yazdığım bir makalede ilk defa ben kullandım.
Hakkında kaleme alınan ikinci kitabın adı ise; “Mihr-i Kemençevi PİÇOĞLU OSMAN EFENDİ”
 İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı’ndan mezun olan, bilahare yüksek lisansını da tamamlayan Tirebolulu hemşehrimiz Mehmet Gündoğdu tarafından kaleme alınan 528 sayfalık kitapta, Piçoğlu Osman’ın hayatı belgelerin ışığı altında enine, boyuna incelenmiştir. Daha ayrıntılı bilgi almak isteyenlere bu kitabı özellikle tavsiye ederim. 
Picoğlu ekolünü uzun yıllar yeğeni merhum M.Sırrı Öztürk başarıyla temsil etmiştir.
Bugün ise bu ekolü bizce en iyi temsil eden Mehmet Gündoğdu’dur. 
ATMA TÜRKÜDE USTAYDI
 Picoğlu Osman, kemençede olduğu kadar, atma türküde de ustaydı. Her duruma, her şekle göre rahatça türkü yakardı. Bu sayede de en zor durumlardan paçayı kolayca sıyırmasını bilirdi, tıpkı şu olayda olduğu gibi. 
 Bir gün Tirebolu’nun Ede köyünde bir düğündedir. Düğünün en coşkulu olduğu geç saatlere doğru jandarmalar gelir, muhtardan ve düğün sahibinden artık dağılmalarını isterler. Picoğlu Osman hariç herkeste bir korku, bir telaş… “İşi bana bırakın, gerisine karışmayın”der. Kıvrak bir hava çalarak, horon oynayanların arasına dalar. Bir taraftan çalıp, dönerken, başlar türküsünü atmaya:
 “Yüksek dağın başında
 Dil veriyor serçeler.
 Ne has horon tepiyor,
 Yaşasın Edeliler! 
 Yüksek dağın başında,
 Eğil fidanım eğil.
 Uşak horanı bozman,
 Candarma bişi değil!”
 Tabi, espri dolu bu türkü karşısında yumuşayan jandarmalar düğünü dağıtmaya kıyamazlar ve geri dönerler. 
 Adeta alamet-i farikası olan kasketini mecbur kalmadıkça başından hiç çıkarmazdı. Espiye’de bir düğünde çıkan bir kavga esnasında başındaki kasketten olur. Düğün dönüşü yolda  başındaki kasketi göremeyenler, akıbetini sorarlar. O da bu soruya:
 “Espiye’nin üstünde,
 Bulutlar dönüyordu.
 Siz şapka soruyonuz,
 El beni vuruyordu!” diye karşılık verir.
 Atma türküde usta olan Picoğlu, bahşiş isterken;
 “Nevaller olsun bana,
 Yaşım geliyu yaşım.
 Hoş geldin,sefa geldin,
 Hey gidi arkadaşım!
Kemençemin beline,
 Kuradayım kurada.
 Bahşişimi verecek,
 Hasan dayım burada” şeklinde türkü atardı. 
 Bir düğüne davetli olarak gelen bir kaymakama da; 
 “Güneş açtı geliyor,
 Bulutun arasından.
 Bahşişimi verecek,
 Devletin parasından!” şeklinde, espriyle karışık türkü atar. 
 ŞAKA YAPMASINI ÇOK SEVERDİ
Şaka yapmasını çok severdi. Çarpık bir duruma veya muameleye maruz kaldığında, yarı şaka yarı ciddi  küfürle karışık cevabı anında yapıştırırdı.
 M.Sırrı Öztürk’ü dinleyelim:
 “Bir gün Tirebolu ağalarından birinin düğününe gitmiştik. Yan yana dizilmiş masaların etrafında 60 kadar davetli var. Tam bir ağa sofrası. Ne ararsanız var, kuş sütü hariç. Picoğlu elinde kemençesi yine her zamanki gibi döktürmekte. Yanında oturmakta olan bir arkadaşı da rakı kadehini ve peşinden de çatalına daldırdığı bir karalahana sarmasını Picoğlu’nun ağzına tıkmaktadır. Eli kemençesi ile meşgul olan Picoğlu’na güya yardımcı olmaktadır. Bir kadeh rakı, bir çatal dolma…Bu hareket üç defa tekrarlanınca, Picoğlu’nun kemençeyi bırakmasıyla, arkadaşının elini yakalaması bir olur ve basar küfürü: ‘Ula ….. goduğumun oğlu, senin habu  çatalın ucu  heç köfteynen, tavuğa batmaz mı?’
 Arkadaşı bir anda neye uğradığını şaşırırken, gök gürlemesini andıran bir kahkaha tufanı  ortalığı kırıp geçirir.”
 Bir başka anı:
 “Düğün için gittiği bir evde gece yatısına kalır.Ev sahibi kadın altına ottan bir yatak serer,yastık niyetine de bir bağ sap verir. ‘Eğer alçak gelirse,bir bağ daha vereyim mi?’ deyince, Sağol bacım der:
 -Ben bunu sabaha kadar ancak yerim.”  
ÖLÜMÜ
1946 Mayıs ayının son günlerinde rahatsızlanarak tedavi için Karadeniz yolcu gemisiyle İstanbul’a hareket eden ve son olarak; "Kestim parmacuğumu,/Kanım akıyor kanım/Zonguldağın üstünde/Canım çıkıyor canım" dörtlüğünü söylediği rivayet edilen Picoğlu Osman, 31 Mayıs 1946 tarihinde Amasra açıklarındayken son nefesini verir; 4 Haziran 1946 tarihinde de Kasımpaşa-Kulaksız’daki ebedi istirahatgahına tevdi edilir.
 BAKİ KALAN BU KUBBEDE…
 Picoğlu Osman bahsini, Tirebolu Ortacami köyünden Enver Tepe’nin bir anısıyla noktalayalım:
“Bir gün Tirebolu eşrafından Ahmet Karakaya’nın düğününe gelmişti. Bu sırada bir mazı yapımı için bir dut ağacının yerinden sökülüp, bir başka yere dikilmesine karar verilmişti. Olaya şahit olan Picoğlu, ‘Ula uşak’ der:
-Habu dutu yerken dersiniz ki, bir gün burada  rahmetli Picoğlu da vardı!”
O dut ağacı şimdi yerinde duruyor mu bilmiyorum amma, şurası bir gerçek ki; kemençeler çalınıp, horonlar tepildikçe, karşılamalar oynandıkça, taş plakları dinlendikçe rahmetli Picoğlu Osman’ın “Baki kalan bu kubbede bıraktığı hoş sada” gönüllerde yankılanmaya devam edecektir.
Ruhu şad olsun!

Anahtar Kelimeler: